PRENSİPLER

25 Mayıs 2015 Pazartesi

ASR SURESİ FELSEFESİ

İmam Şafî, Asr suresi için; "Kur'an'dan, başka hiçbir sûre nazil olmasaydı şu pek kısa sure bile insanların dünya ve ahiret mutluluğunu temin etmeye yeterdi" derken neyi kasteder?
Filozoflara göre aklın biri nazari diğeri ameli olmak üzere iki temel işlevi vardır. İnsanın varlık gayesi de her iki açıdan yetkinliğe ermektir. Nazari yetkinlik, gerçek doğru bilgi (el-ilmul hakk), ameli yetkinlik ise gerçek iyi davranış (el-amelul hakk) sahibi olmaktır.
"Asra yemin olsun ki insanlar hüsrandadir. Ancak iman edip salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır." Bu sureye göre insanlar hakikati arama peşindedir ve çoğu zaman da bu arayışta hüsran içerisine düşmektedirler. Ancak iman edenler ifadesi, nazari olarak akli yetkinliğe ulaşmanın zirve noktasının iman etmek olduğunu bize bildirmektedir. Aklın en büyük yetkinliği ve gayesi bir yaratıcı gerçeğine ve iman nuruna ulaşmasıdır. Ancak salt akılla ulaşmaya kalkışıldığında çoğu zaman hüsranla sonuçlanır. Çünkü iman ince bir perdedir, öncesi akıl sonrası hikmet kendisi ise bir lütuftan ibarettir.
Ayette, nazari yetkinlik olarak iman etmeyi bildirdikten sonra ameli  yetkinlik olarak da salih ameli zikretmektedir. Yani gerçek iyi davranışa (el-amelul hakka) salih amelle ulaşılmaktadır. İyi olan herşey salih amel dairesine girer.
Rabbimiz bunları bildirdikten sonra son olarak bir şeye daha dikkat çeker. Birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler... Bir hakikate vasıl olan insan, o hakikati paylaşma ihtiyacı hisseder, artık bunu saklamak kendisine rahatsızlık verir. Çünkü hakikat paylaşılmayı hakeder. Böylece, birbirine hakkı tavsiye eden kimseler, hakikate ermiş ve onu paylaşma ihtiyacı hissederek tebliğ vazifesini omuzlayan ideal şahsiyetler olarak anlatılır.
İşte bu üç kısım insan felsefenin de, dinin de, ahlak ilminin de yegane amacıdır. Ve ayette bu insanlar hüsrana uğramaktan müstesnadır buyrulur.
Demem o ki, bu kısacık sure sadece İmam Şafii'ye değil hakikat arayışında olan tüm insanlığa yeterdi.

18 Mayıs 2015 Pazartesi

ACZİYETİMİZ

Teolojide, varlığın nedenine dair tarışmaların son noktasındaki soru; Peki Allah varlığı niçin yarattı? İnsanı imtihan etmeye ihtiyacı mı vardı? gibi soruların cevabı: Onun iradesini anlayamayacak kadar aciziz.
Felsefedeki; varlığın hakikati nedir? Görünen şeyler ne kadar gerçekçidir? Zaman ve mekandan ayrı bir gerçek var mı, varsa nasıl biliriz sorusunun cevabı; Sınırlıyız ve aciziz.
Dini ve fenni ilimlerdeki problemlere nihai çözüm arayıp dururken, unutup yok saydığımız ancak çoğu zaman asıl çözümü içinde barındıran en önemli kavram: Acziyetlerimiz.
İnsanın kendi yaşamında elinden gelen en iyi şeyleri yaptığı halde zengin bir insanın sakat çocuğu, fakir bir ailenin mutlu hayatı, süper devletlerin engelleyemedigi fırtınalar, felaketer tekrar tekrar gösteriyor ki: Biz aciziz.
Acziyetimiz kadar kul, kulluğumuz kadar özgürüz.

4 Mayıs 2015 Pazartesi

AİDİYETLERİMİZ...

Din bir aidiyettir. Ülke, şehir, mahalle,  kültür birer aidiyet... Sivil toplum, vakif, dernek okul,  memleket derken bunların herbiri insanı insana yakınlaştıran birer aidiyet vesilesi olmaktadır.
Diğer taraftan ise aidiyetlerimiz kadar tarafımız, taraflı davranışlarımız ve düşüncelerimiz vardır. Aidiyet, ait olduğumuz yere karşı vefa ve sadakat hissini salık verirken diğer bir yandan öbürlerine karşı taassup ve nefret riskini içinde barındıran bir kavram haline gelmektedir. Yardımlaşma, dayanışma, yakını gözetme olduğu kadar,  adam kayırma, ötekini yok sayma da aidiyetin sınırları içinde gelişir.
Bu konuda da dinin bize tavsiye ettiği dengeleyici bir kavram vardır: ADALET
"Şüphesiz ki Allah adaleti, iyiliği, yakin akrabaya yardım etmeyi emreder..."
Bu ayet yakınlara karşı iyilikten önce adaleti gözetme ölçüsü verirken bize şunu der;
ÖNCE ADALET, SONRA AİDİYET...
Kitlelerin, aidiyetlerin buluşma noktası olan Cuma'larda son söz olarak bu ayetin tekrarı ise insanların problemlerine cevap mahiyetindeki ferasetli bir tercihtir.